Türkiye’den ABD seçimi için yükselen sesler! Yazarlar, Trump’ın zaferi için ne dedi?

ABD siyasi tarihinde en dikkat çekici geri dönüşlerden biri yaşanıyor. Donald Trump, milyonlarca Amerikalının desteğiyle dört yıl önce ayrıldığı Beyaz Saray’a geri dönüyor. Seçim kampanyası boyunca iki suikast girişiminden kurtulan ve ana rakibi Başkan Joe Biden’ın seçime aylar kala çekilmesiyle dikkatleri üzerine çeken Trump, Amerikan siyasi tarihinde unutulmayacak bir başarıya imza attı.

Son oylar sayılmaya devam edilse de, kritik eyaletlerdeki seçmenlerin çoğu ekonomi ve göç konusundaki endişelerini dile getirerek Trump’a destek verdi.

KÖŞE YAZARLARININ YORUMLARI

Köşe yazarları, Trump’in bu geri dönüşünü şöyle değerlendirdi:

Hürriyet yazarı Sedat Ergin: Trump’ın ocak ayının sonuna doğru yeniden Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte izleyeceği politikaların belli başlı uluslararası sorunlar, sürmekte olan krizler üzerinde ciddi sonuçlar doğurması beklenmelidir. Önümüzdeki ocak ayı başından itibaren Trump ile Erdoğan arasında ikili düzeydeki diyalog yeniden tesis edildiği takdirde, Türkiye ile ABD arasında birçok konuda en tepede yürüyecek müzakerelere, sürprizlere, uzlaşılara hazırlıklı olmak gerekebilir.

Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu: Şunu biliyoruz ki… Savaşları bitireceğini vaat eden Başkan Trump, Filistinlilerin Ürdün’e ve Sina Çölü’ne sürülmesi suretiyle İsrail’e geniş alan açmayı Ortadoğu sorununun çözümü zanneden tarihi yanlışın güncel temsilcisi konumunda. Bu hususta Türkiye’nin işinin kolay olmadığı ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın lider diplomasisiyle Başkanı etkileme gücünün bulunduğu da muhakkak. Rusya ile Ukrayna arasındaki yıpratma savaşının sonlandırılması, Kuzey Kore askerlerinin bu coğrafyadan evine çekilmesi, Rusya-Çin yakınlaşmasına neşter vurulması Trump döneminin başlıkları arasında ön plana çıkmakta ve Türkiye’ye bazı fırsatlar da sunmakta.

Karar yazarı Fehmi Koru: Yarışın yakın geçeceği, sayımın uzun sürebileceği, itirazların olabileceği ve sonucun bir iç savaşa bile yol açabileceği konuşuluyordu. ABD seçiminde bu beklentilerin hepsi yanlış çıktı: Donald Trump, rakibi Kamala Harris karşısında itiraz edilemeyecek bir zafer kazandı. Sadece başkan seçilmekle kalmadı, Kongre’nin her iki kanadında da çoğunluğu partisine kazandırdı. Amerika, adeta “Trump ülkesi” haline geldi. Bu tablonun böyle olacağı, sandıklar açılır açılmaz zafer konuşması yapması beklenirken, Harris’in karargahının daha gecenin ilk saatlerinde boşalmasından belliydi. Bir de Demokratların zaferini ilan etmeyi bekleyen ekran yorumcularının yüzlerine yansıyan yenilmişlik ifadesinden… Trump, Beyaz Saray’daki ikinci döneminde ülkesini istediği yönde yönlendirmede hiçbir engelle karşılaşmayacak. Potansiyel engelleri, zafer konuşmasında, isim vererek tehdit etti. Özellikle de “düşman” olarak tanımladığı muhalif medyayı… Oylarıyla ülkelerini Cumhuriyetçi Parti’nin kırmızı rengiyle donatan seçmenler, istediklerine kavuştular. Bundan sonrası onları ilgilendiriyor.

Sabah yazarı Mahmut Övür: Sadece başkanlık da değil, Temsilciler Meclisi ve Senato da artık Cumhuriyetçi… Trump eskisinden çok daha güçlü ve ciddi bir tecrübeyle küresel dünyanın merkez ülkesi ABD’yi yönetecek. Son 4 yılda müesses nizam, yaptıklarıyla Trump’ı yola getirdi mi bilmiyorum ama onu da iktidara taşıyan, dünyayı da sarsan “milliyetçi” ya da “milli” dalga oldu. Seçim sonrası yaptığı ilk konuşmada bunun ipuçları vardı: “Bu Amerikan halkı için, Amerika’yı yeniden büyük yapmamıza imkân verecek muhteşem bir zafer. 47. başkan seçilmem dolayısıyla Amerikan halkına teşekkür ediyorum. Ülkemizin iyileşmesine yardımcı olacağız. Sınırlarımızı güçlendireceğiz. Ülkemizle ilgili her şeyi düzelteceğiz.” Tabii bu, ABD’nin tam anlamıyla içe kapanacağı ve küresel hesapları bir yana bırakacağı anlamına gelmiyor. Trump’ın o alanda nasıl bir siyaset izleyeceğini, başta Ukrayna-Rusya savaşı olmak üzere bölgesel savaşları bitirip bitiremeyeceğini, Ortadoğu’dan çekilip çekilmeyeceğini, AB’ye nasıl bakacağını göreceğiz. Ama en vahimi, İsrail ve soykırımcı Netanyahu’ya vereceği destek. Türkiye’yi de yakından etkileyecek bu desteğin nasıl bir Ortadoğu fotoğrafı ortaya çıkaracağını düşünmek bile ürkütücü.

Karar yazarı Ali Bayramoğlu: ABD seçmeni Trump’ı tercih etti. Trump’ın seçimleri kazanması ise siyasi kıyamet hali yaşanan dünya siyasetine tuz biber ekti. Kurumların, demokrasinin, temel demokratik erdemlerin, açık toplum ve çok kültürlülük fikrinin ağır sarsıntılar geçirdiği derin bir kuyuda aşağıya iniş devam ediyor. Güneyimizde vahşeti dünya seyrediyor. Dünyanın efendileri olanı sıkça doğrudan veya dolaylı destekliyor. Kuzeyimizde bir Batı-Doğu arası kısmi bir global savaş yaşanıyor. Her yerde alttakiler hem eziliyor hem vahşetin, şiddetin, keyfiliğin doğrulayıcısı haline geliyor. Plep ile serf, devlet ile toplum bu hikayede el ele bir görüntü çiziyor. Adeta öfkenin, dışlamanın, şahsiliğin, keyfiliğin, toplumlar eliyle kurumlar, ilkeler, demokratik değerlere karşı tarihsel rövanşı yaşanıyor. Endişe verici olan budur.

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı: ABD’yi istediği gibi keyfi yönetecek ve ABD’nin kurumsal yapısını, güç ilişkilerini ve dengesini değiştirebilecek tüm potansiyellere sahip yırtıcı bir siyasal lider çok önemli bir zafer kazandı. Seçim öncesi yaptığı tüm açıklamaların arkasında durursa, “ABD demokrasisi”nin bilinen ve tanınan özelliklerinin önemli ölçüde değişeceği, hırpalanacağı ve uç noktada ise belki de “Trump rejimi” ufkun ötesinde görünüyor diyebiliriz. Yorumlarda dikkatli olmalı çünkü yerleşik kurulu düzenle ne derece uyumsuz olacağını bilmiyoruz. Kurulu düzenin, kendi özerkliklerini kaybedeceği çok radikal değişiklikleri ne derece hazmedeceğini de. Bir kısmı, dahası genelkurmay başkanlığı yapan bazı generaller bile onu faşist olarak niteliyor.

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasında doğrudan bir ilişki var. Lider diplomasisini başarıyla yürüten iki liderin dostlukları olması önemli bir avantaj. Biden döneminde Türk-Amerikan ilişkileri olumsuz seyretmedi ama iki lider arasında güçlü bir ilişki kurulamadı. Biden başkandı ama lider değildi. İki lider arasındaki dostluğa rağmen Trump döneminde doğrudan ekonomimizi hedef alan ve Kudüs’ün başkent ilan edilmesi gibi sorunlar yaşadık. Trump’ın ikinci döneminde daha olgunlaştığı ve bu tür olumsuzluklara meydan vermeyeceği temenni edilebilir ama uygulamayı görmek lazım.

Karar yazarı Akif Beki: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dostum Trump” demesini kastetmiyorum. Pekâlâ diplomatik ilişki gereği olabilir, siyaseten söylüyordur. Ama Trump’ı gerçekten dost sanan, kendi de kazanmış gibi onun zaferine sevinen, Biden’la Kamala Harris’ten daha iyi zanneden Müslümanlar var. Sadece ABD’de değil Türkiye’de de varlar. Michigan başta, ABD’de Müslümanların oyu daha çok Trump’a gitti. Metropoll anketini yazmıştım; Türkiye’de de halkımız, daha çok Trump’ı başkan görmek istiyordu. En çok da AK Parti ve MHP’liler. Michigan’da Trump’ın kampanyasına destek atan imamlar dahi gördük. Birlikte mitinge çıktılar. O zaman sormuştum, yine sorayım: Aleni Müslüman ve göçmen düşmanlığı… Ekonomimizi bir tivitle mahvetme tehditleri… Rahip Brunson’ı bir telefon ederek zindanlarımızdan kurtarmakla övünmesi… Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir telefonla TSK’nın, Suriye’de Kürtleri katletmesini durdurmakla böbürlenmesi… Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küstah mektubu… Ateşle oynama pahasına, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması… Ve daha nice tehlikeli kriz körüklemeleri, görülmemiş densizlikleri, ırkçı nefret söylemleri ortadayken… Trump kazanınca bir Müslüman, kaybettiğini anlamayıp buna nasıl sevinebilir? Popülist bir şarlatanla ne tür bir bağ kurabilir? Havsalam almıyor. Trump’ın ikinci dönemi belki daha iyi geçer, o da dersler çıkarıp hatalarından öğrenmiştir, derseniz… Yaptıkları, yapacaklarının teminatı. Kırkından sonra saz çalacak değil. Hatta daha kötüsünü bekleyin, muhtemel ki ilk dönemini mumla aratacaktır. Şunda haklısınız; Trump kazanınca Gazze kaybetti de Kamala kazansa Gazze sanki kazanmış mı olacaktı, ne değişecekti? Al birini, vur ötekine. Ama yok mu hiç birbirlerinden farkları? Var. Biri, hırtın ve pervasızın önde gideni. Sağı, solu da belli değil.

Cumhuriyet yazarı Bedri Baykam: Türkiye’nin acıklı siyasi akışı ve demokrasi işkenceleri hakkında beyin fırtınaları yaparken bir taraftan da Amerika seçimlerini izliyorum. “Sağ” olarak sunulan Trump ve liberal “sol” değerler taşıdığı söylenen Kamala Harris. İki partiden hangisi kazanırsa kazansın, ülkede dev bir fark yaşanmayacak. Rejim, sistem, kapitalizm; adına ne derseniz deyin, o yerleşik egemenlik sürecek. Dünün “Military-Industrial Complex”i, John F. Kennedy’yi bile yutmamış mıydı? Trump, beklenenden çok daha kolay kazandı. Yarışamaması için o kadar büyük bir savaş verildi ki son üç yıldır, itiraf edeyim kullanılan yöntemlerden midem bulandı. Senaryolar o kadar abartılıydı ki! Emin olun, Demokratlara oy vermeye kararlı insanların bir kısmı, sırf bu yaklaşım yüzünden Trump’a sempati beslemeye başladı! Trump da bu ortamı tepe tepe kullandı! Ayrıca Biden’ın adaylıkta ısrar etmesi ve ancak son anda sağlık mecburiyetleri nedeniyle görevi sürdürmemeye karar vermesi, Kamala Harris’in son 2.5 yıldır hiç ortalarda görünmemesi de Demokratlara seçimleri kaybettiren temel sebepler arasındaydı. Bu kadın başkan olacak kadar güçlü bir profil ise son 2-3 yılda nasıl bu kadar etkisiz kaldı ya da yok sayıldı? İnandırıcılığı yoktu Harris’in. Ayrıca cinsiyet politikalarındaki abartılı tavırları, genel anlamda Amerikalıları Demokratlardan soğutan şaşırtıcı faktörlerden biriydi.

Sözcü yazarı Naim Babüroğlu: Birinci Başkanlık döneminde, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Flynn, Kurdistan TV’ye, 22 Kasım 2016’da yaptığı konuşmada; “Orta Doğu’da üç veya dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı göreceğimizi söyleyebiliriz” açıklamasını yapmıştı. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçiminde harcadığı enerjiden ve seçimi kazanma stratejilerinden fırsat bulup bu projeye karşı hazırlığını yapmış mıdır? Umarım… Ne diyelim? “Tarih ulusların tarlasıdır ne ekerseniz onu biçersiniz…” Fırtına eken bir Türkiye, ne biçer sizce?..

Karar yazarı Mustafa Karaalioğlu: Sonuç beklenmedik değildi ama Trump’ın ABD Başkanlığı’na seçilmesi yine de şok edicidir. 2016’daki ilk zaferinden daha da şok edici çünkü kişisel olarak bütün olumsuz özellikleri sahip olan, üzerine ilk başkanlık döneminde yeni kötü özellikler ekleyen bir ismin hepsinden sıyrılıp yeniden zafer kazanması demokratik dünyanın tecrübesiyle örtüşmüyor. Ne var ki, Amerikan seçmeni için bütün bunlar sorun olmadığı gibi meziyet sayıldı. Böylelikle, Demokratların kötü adayına karşılık kötülüğün timsali bir isim kazandı. Trump, heyecansız, beceriksiz ve iddiasız Harris’e karşı lümpen, maço, kuralsız, demokrasi ve hukuk duygusundan uzak kimliğine rağmen büyük bir üstünlük kurmakta zorlanmadı.

Milliyet yazarı Hakkı Öcal: ABD başkanı, yılların verdiği deneyimle, edinimleri ve kazanımları ile saygı uyandıran, siyasal kararlarının geçmişi ile herkese güven veren bir kişi… Olamadı. Trump böyle birisi değil çünkü. İlk görev süresinde popülist uygulamalar ile ABD’yi dünyaya yön veren bir süper güç olmaktan çıkartmıştı. Evet, bir ilkesi var: Her şeyden önce Amerika! Bu ilke ile Meksika’dan gelen ucuz iş gücüne duvar ördü; Çin’den yapılan ithalata yüzde 100 gümrük vergisi koydu. NATO’nun Avrupalı üyelerine “Ya savunma paylarınızı arttırırsınız, ya da Putin’e yem olursunuz!” dedi. Bunları alt alta koyduğunuz zaman ortaya ülkesinin, halkının çıkarını ön planda tutan bir lider imajı çıkmıyor değil. Ama bunlar, gazete manşetlerine, TV’lerin akşam haberlerine çıkan, iş dönüşü, her gün artan fiyatlarla mücadele edilmesi, maaşların enflasyonun karşısında erimesine çare bulunması beklentisiyle TV’sini açan Amerikalı orta gelir grubuna çok iyi gelen uygulamalardı. Ama öte yanda, Amerika’nın, özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, barış ve huzur ortamının mimarı olmasını bekleyen bir dünya vardı. O dünya, Trumplı dört yılda hayal kırıklığına uğradı.

Milliyet yazarı Melih Aşık: Trump kazandı, dört yıl sonra Beyaz Saray’a geri döndü. Dünyanın önümüzdeki dönemde nasıl şekilleneceği merak ediliyor. Trump, Rusya Ukrayna savaşını bitireceğini açıkladı. Bu iyi. Orta Doğu’da neler olacak? O meçhul… Amerikalı gazeteci Thomas Knapp’in ilginç bir önerisi var. Diyor ki: “Başkan Biden, İsrail lobisinin etkisiyle, suç işlemeyi göze aldı, soykırım uygulayan İsrail yönetimini sürekli destekledi. Amerikan anayasası gereği 20 Ocak’a kadar görevde kalacak olan Biden’ın üzerinde artık Yahudi baskısı yok. Yeniden seçilme telaşı da yok. O yüzden vicdanının sesini dinleyebilir, İsrail’in önünü kesebilir.” Biden bunu yapar mı? Göreceğiz…

Cumhuriyet yazarı Emre Kongar: Trump dünya genelinde yabancı düşmanlığını ve demokratik rejimlere karşı otoriter liderleri mi destekleyecek, yoksa çok kültürlülüğü ve farklılıkların barış içinde birlikte yaşamalarını mı savunacak? Dünyada savaş kışkırtıcılığı mı yapacak, yoksa dünya barışına mı hizmet edecek? Ukrayna/NATO ile Rusya arasındaki savaşı tırmandıracak mı, yoksa ABD’yi bu savaştan geri mi çekecek? Ortadoğu’da İsrail’in saldırganlığını destekleyip savaşı yaygınlaştıracak mı, yoksa İsrail’i durdurup savaşı sona erdirecek mi? ABD’de sermayenin emeği ezmesini derinleştirecek, gelir adaletsizliğini artıracak ve ekonomiyi mi istikrarsızlaştıracak, yoksa Amerikan ekonomisini güçlendirecek, ulusal üretim verimliliğini artıracak, refah düzeyini yükseltecek ve gelir adaletsizliğini mi azaltacak? Türkiye’yi Ortadoğu’daki ABD savaşının bir uzantısı, vekili olarak kullanmaya devam mı edecek, yoksa Suriye’deki savaşı bitirip Ortadoğu’dan çekilecek mi? Türkiye’nin Arap, Afgan ve Müslüman sığınmacıların deposu olma politikasını mı sürdürecek, yoksa sığınmacıların ülkelerine dönmelerini sağlayacak barışçı politikaları mı destekleyecek? Bu soruların yanıtlarını genel hatlarıyla tahmin edebilmekle birlikte, zamanlamalarına ilişkin ayrıntılı ve kesin öngörülerde bulunmak mümkün değil; çünkü Trump’ın söylediklerinde ne derece kararlı ve samimi olduğunu kestiremiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir